30 Ağustos: “Ordular, ilk hedefiniz Akdeniz’dir. İleri!”
30 Ağustos’tan Önce
Türkiye Cumhuriyeti'nin temellerinin atıldığı 30 Ağustos
öncesinde yıllar süren bir direniş ve umut dolu bir bekleyiş vardı. Birinci
Dünya Savaşı’nın sonlarında Osmanlı Devleti ile imzalanan Mondros Mütarekesi,
çok ağır maddelere sahipti. Bu ağır maddeler hem Türk devleti hem de milleti
için çok ağır sonuçlara kapı aralıyordu. Mondros Mütarekesi’nin ardından
savaşın sona ermesiyle birlikte işgal güçleri Anadolu topraklarını işgale
başladı. Tüm bunlar mümkün olmayanı mümkün kılmak için atılacak adımları
tutuşturan ilk olmayan ama son olacak kıvılcımlardı.
Anadolu'nun çeşitli yerlerinde işgallere karşı direniş
hareketleri başladı. Bu hareketi başlatanlardan biri de 19 Mayıs 1919’da
Samsun’a ayak basan Mustafa Kemal’di. Bir direnişin kıvılcımlarını ateşleyen
Mustafa Kemal, Erzurum ve Sivas Kongreleri ile ulusal direnişin temellerini
attı. İşgal güçlerine karşı millet, bağımsızlık için bir araya geldi ve el ele
vererek direndi. Ulusal bilinç ve bağımsızlık aşkıyla kongrelerde toplanıldı.
Milletin kaderini çizme arzusu o kongrelerde şiddetlendi.
Daha sonra yaşanan savaşlar 30 Ağustos'un temellerini
atıyordu. Özellikle Sakarya Meydan Muharebesi bağımsızlık yolundaki bir Türk
milletinin var olmaya devam etmesi için yapması gereken savaşlardan biriydi. Bu
savaşın ardından Meclis’te taarruz için sabırsızlıklar yaşanmaya başladı. Halk,
hem endişeli hem de huzursuzdu. Mustafa Kemal ise taarruz için zamana gerek
olduğunu şu sözlerle[1] açıklıyordu: “Ordumuzun kararı, taarruzdur. Fakat bu
taarruzu tehir ediyoruz (erteliyoruz). Sebebi, hazırlığımızı tamamen bitirmeye
biraz daha zaman lazımdır. Yarım hazırlıkla, yarım tedbirlerle yapılacak
taarruz, hiç taarruz etmemekten çok daha kötüdür.”
Yokluk İçinde Kazanılan Zafer
Atatürk, ordusunu dinlendirip güçlendirerek taarruz için
planlamalar yapmaya başladı. 1922 Haziran’ında düşmanı kısa sürede, kesin bir
şekilde yenilgiye uğratmak için planlamasını tamamlamıştı. Tüm planı Büyük
Taarruz’a ve onu takip eden Başkomutanlık Meydan Muharebesi’ne çıkıyordu. Bu
iki savaş, Milli Mücadele’nin vurucu noktasıydı. Türk ordusunun karşısında
sayıca ve teçhizat olarak üstün olan Yunan ordusu bulunuyordu. Kocatepe’de
başlayan Büyük Taarruz’da kısa bir süre içerisinde Yunan askeri geri
püskürtüldü. Sabaha kadar sırasıyla Tınaztepe, Belentepe ve Kalecik Sivrisi
temizlendi.
Tam 15 kilometrelik bir alan düşmandan temizlendikten sonra
Afyonkarahisar, tüm Türk halkının umut ışığı oldu. Burada kazanılan zaferler memleketin
kurtuluşunu simgeledi. Bu zaferin kazanılmasında en önemli faktörlerden biri
milletin inancı ve fedakarlığı oldu. Savaş meydanlarında silah, mühimmat ve
erzak noktasında yaşanan yokluklar, halkın elinde avucunda kalanlarla orduya
seferber olmasını sağladı. Kadın, erkek, yaşlı, genç demeden herkes cephede
savaşan askerlerimize destek olmak için varını yoğunu ortaya koydu. Köylerden
şehirlere, şehirlerden cephelere uzanan bu yardım zinciri, zaferin altyapısını
oluşturdu.
Zaferin sonrasında birçok anı yazıldı ve hatıralar
paylaşıldı. Atatürk'ün silah arkadaşı Falih Rıfkı Atay, bu zorlu süreci ve
yaşananları "Çankaya" adlı eserinde detaylı bir şekilde anlattı. Onun
anılarına göre Atatürk'ün savaş sırasındaki kararlılığı ve inancı, tüm ordusuna
ilham kaynağı oldu. Bu zafer, Atatürk zaferini büyük nutkunda şu sözlerle [2]
anlatıyordu: “Her safhasıyla düşünülmüş, hazırlanmış, idare edilmiş ve zaferle
sonuçlandırılmış olan bu harekât Türk ordusunun, Türk subay ve komuta heyetinin
yüksek kudret ve kahramanlığını tarihe bir kere daha geçiren muazzam bir
eserdir. Bu eser, Türk milletinin hürriyet ve istiklâl düşüncesinin ölümsüz bir
âbidesidir. Bu eseri yaratan bir milletin evlâdı, bir ordunun başkomutanı
olduğumdan, mutluluk ve bahtiyarlığım sonsuzdur.”
Tüm bu nedenlerden dolayı 30 Ağustos Zaferi, sadece askeri
bir başarı değil; aynı zamanda bir milletin birlik, beraberlik ve fedakarlıkla
neler başarabileceğinin en net göstergesidir. Bu zafer, ulusal bir başarı
olmasının yanı sıra geleceğe dair umutları ve hayalleri de şekillendiren dönüm
noktasıdır.
Mümkün Kılan O Emir: “Ordular, ilk hedefiniz Akdeniz’dir.
İleri!”
30 Ağustos’ta düşman tam anlamıyla bozguna uğratıldı. Yunan
kuvvetlerinin büyük bir çoğunluğu esir edildi. Kalan kuvvetler ise gruplar
halinde çekilmeye başladı. Başkomutan Gazi Mustafa Kemal Paşa, yıkık dökük bir
evde ordusuna emir verdi: “Ordular, ilk hedefiniz Akdeniz’dir. İleri!”
Türk ordusunun takip harekâtı 1 Eylül 1922’de başladı. Yunan
askerlerinin bir kısmı İzmir’e, bir kısmı Dikili’ye ve bir kısmı da Mudanya’ya
doğru kaçarken Türk ordusu da onların peşinden gitmeye devam etti. Yunan
işgaline son verme ve Batı Anadolu'daki tüm düşman kuvvetlerini denize dökme
amacını taşıyan takip harekâtında Mustafa Kemal’in söylediği bu söz ulusal
bağımsızlığın ve toprak bütünlüğünün ne kadar önemli olduğunu vurguluyordu.
Bu emirle birlikte Türk ordusu 9 Eylül 1922’de İzmir’e
girdi. O gün İzmir, 11 Eylül’de Bursa ve 18 Eylül’de ise Batı Anadolu’nun
tamamı düşman askerlerinde arındırıldı. Doğu Trakya ise herhangi bir çatışma
olmadan, Mudanya Ateşkesi ile birlikte arındırıldı. Tüm bu zaferler Lozan Barış
Antlaşması'na giden yolda önemli bir adımdı. Lozan’ın 24 Temmuz 1923’te
imzalanmasıyla birlikte Türkiye’nin bağımsızlığı tüm dünyada kabul edildi. Türk
milletinin başarısının ardından Cumhuriyetimizin kuruluş adımları ince ince
işlendi. 29 Ekim 1923’te de Cumhuriyet ilan edildi.
“Ordular, ilk hedefiniz Akdeniz’dir. İleri!” emri, sadece
bir savaş stratejisi değil, aynı zamanda Türk ulusunun bağımsızlık uğruna neler
yapabileceğinin göstergesi oldu. İmkansızı mümkün kılan bu söz bugün bile
Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluş felsefesinin ve bağımsızlık tutkusunun bir
hatırlatıcısı olarak kalplerde yaşamaya devam ediyor.
30 Ağustos’taki unutulmaz zaferin üzerinden 2 yıl geçtikten
sonra Atatürk, bu zaferin anısına savaşı idare ettiği Zafertepe’de konuşmasını
şu sözlerle yaptı: “Hiç şüphe etmemelidir ki yeni Türk devletinin, genç Türkiye
Cumhuriyeti’nin temelleri burada atıldı. Ebedî hayatı burada taçlandırıldı. Bu
sahada akan Türk kanları, bu semada uçuşan şehit ruhları, devlet ve
cumhuriyetimizin ebedî muhafızlarıdır.”[3] O gün Başkumandan Zaferi olarak
kutlanan 30 Ağustos, 1926’dan beri Türk halkının Zafer Bayramı olarak
kutlanıyor.
30 Ağustos, Türk milletinin tarih sahnesinde bir kez daha
dirilişini, azmin gücünü gösterdiği bir zafer. Günümüzde de bu zafer özgürlüğün
ve bağımsızlığın değerini bize hatırlatıyor. Ulusumuzun mücadelelerle dolu
tarihine ve şehitlerimize duyduğumuz saygıyı perçinliyor, geleceğe dair
inancımızı ve umutlarımızı tazeliyor.
Zamanı sahiplenen bir saat markası olarak bu anların şahidi
olmaya devam edeceğimizin sözünü bir kez daha veriyoruz.
30 Ağustos Zafer
Bayramı’mız kutlu olsun!